20. Yılında 17 Ağustos 1999 İzmit Depremi (M 7.5) ve Yalova ve Çevresi İçin Deprem Tehlikesi Üzerine Bir Yazı

0
4948

Yazan: Prof. Dr. Murat UTKUCU ve Prof. Dr. Emrah DOĞAN (Sakarya Üniversitesi Afet Yönetim Uygulama ve Araştırma Merkezi)

17 Ağustos 1999 İzmit depreminden (M 7.4) bu yana 20 yıl geçti. Türkiye’nin en gelişmiş ve sanayileşmiş ve nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu Marmara Bölgesi’nde meydana gelen bu deprem büyük can ve mal kayıplarına neden olmuş, iletişim ve enerji kesilmiş, ulaşım aksamış ve alt yapı büyük hasar görmüştür. Bu büyük deprem sonrasında oluşumları aylarca süren ve büyüklükleri M 5.9’a varan artçı depremlerle bu yıkıcı depremden etkilenen alandaki korku ve panik daha da artmıştır. Bu depremin etki alanındaki önemli şehirlerden olan Yalova da yıkımdan payını almıştır. Yıllardır pek çok yerbilimci tarafından dile getirilen “Türkiye bir deprem ülkesidir” gerçeği, ne yazık ki, ancak bu deprem sonrasında toplumun her kesimince kabul görmüştür.

1999 İzmit depremini üreten Kuzey Anadolu Fayı Zonu (KAFZ),  Marmara Bölgesi’nde 3 kol halinde uzanmakta olup önemli bir deprem tehlikesine neden olmaktadır.  Bölgede, son 1600 yıl içinde büyüklüğü M 6.8 ve daha büyük olan 41 adet deprem meydana gelmiştir (Harita 1). 20. Yüzyıl içinde büyüklüğü M 6.8 ve daha büyük 8 deprem ve büyüklüğü M 5.0 ve daha büyük 53 deprem meydana gelmiştir. Yerbilimcilerin yakın geçmişte KAFZ’nun Gölcük ilçe merkezinde oluşturduğu fay basamağı ve Hersek Deltası üzerindeki bir faylanma sırtında yaptığı araştırmalar 1509, 1719, 1754 ve 1894 depremlerinin faylanma, kıyı yükselmesi ve tsunami çökelleri gibi izlerini göstermiştir ki bu depremler Yalova’da şiddetli etki oluşturmuş depremlerdir.

Harita 1. Marmara Bölgesi’nde Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun uzanımı ve tarihi depremlerin yerleri.

Ek Açıklama 2019-08-16 184457-2

Harita 2. Marmara Bölgesi’nde Kuzey Anadolu Fay Zonu’nu oluşturan fay parçaları üzerinde oluşan en son depremler ve olası kırılma uzanımları. Yaklaşık M 7 büyüklüğündeki depremlerin tekrarlanma süreleri açısından ortalama süreyi ya doldurmuş ya da yakın gelecekte dolduracak olan fay uzanımları kırmızı renkte gösterilmiştir.

Ek Açıklama 2019-08-16 184529-21

KAFZ’nun Kuzey Kol’unun Düzce ili Gölyaka ilçesi ile Marmara Denizi altındaki Çınarçık Havzası’na (Harita 1) kadar olan kesimi 1999 İzmit depreminde kırılmıştır (Harita 2). Kuzey Kol’un Çınarcık Havzası ile Marmara Ereğlisi açıkları arasındaki kesimi Mayıs 1766 tarihinden beri büyük bir deprem üretmemiş olup bir “sismik boşluk” olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda İstanbul Adalar açıklarında oluşan 18 Eylül 1963 Çınarcık depreminin (M 6.3) büyüklüğü dikkate alındığında bu sismik boşlukta birikmiş tektonik enerjiyi tümüyle boşaltmadan çok uzak olduğu hatırlatılmalıdır.  KAFZ’nun Orta Kolu’un Osmaneli ve Bandırma arasındaki kesimi 1419 ve 1556 depremleriyle kırılmıştır (Harita 2). Yapılan araştırmalar Kuzey Kol’un Orta Kol’a göre çok daha hareketli bir fay zonu olduğunu ve Kuzey Kol’u oluşturan fay parçalarının ortalama 250-300 yılda bir ve Güney Kol’u oluşturan fay parçalarının da ortalama 600-800 yıl da bir yaklaşık M 7 büyüklüğündeki deprem oluşturma potansiyeline sahip olduğunu göstermiştir. Bu veriler ışığında KAFZ’nun Yalova ili ve yakın civarında uzanan fay parçaları, yaklaşık M 7 büyüklüğündeki depremlerin tekrarlanma süreleri açısından ortalama süreyi ya doldurmuş ya da yakın gelecekte dolduracaktır. Bu durumda 21.yüzyıl için Yalova ili ve yakın çevresi için önemli bir deprem tehlikesi mevcuttur.

Yalova ili için bir deprem tehlikesinin mevcut olduğu yukarıda yazılanlarla somutlaştırılmaya çalışıldı. Peki, bu somut deprem tehlikesinden nasıl korunacağız ve deprem zararlarını nasıl azaltacağız? Yalova ili ve çevresinde yaşayan nüfusun fazlalığı, sanayi tesislerinin yoğunluğu ve önemli mühendislik yapılarının (Osman Gazi Köprüsü, Orhan Gazi Tüneli, Gökçe Barajı gibi) varlığı bu sorunun olası cevaplarını çok önemli kılmaktadır.  Herkesin aklına gelen en kestirme yol depremlerin yer ve zamanlarını belirlemek şeklindedir.  Sismoloji (deprem bilimi) geçen yüzyıl içinde depremlerin oluşumu ve enerji yayılım süreçlerini anlamada birçoğu devrim niteliğinde sayılan gelişmeler sağlamasına rağmen depremlerin yer ve zamanının önceden belirlenmesi konusunda henüz çok yetersizdir.

 Fakat bu, depremlere karşı tamamen çaresizlik içinde olduğumuz anlamına gelmez.  Nitekim sismolojinin günümüzdeki amaçlarından biri de insanoğluna depremlere karşı tamamen çaresiz olmadığını öğretmek, onlara karşı korunma yollarını göstermek ve yeni korunma yollarını da araştırarak bulmaktır.  Bugün deprem bilimciler arasındaki yaygın olan görüş yalnızca “depremlerin nerede ve ne zaman” olacağı konusundaki sorulara yanıt aramak değil esas olarak “kamuoyunda deprem tehlike/afet farkındalığı nasıl oluşturulabilir, olacak depremlere karşı nasıl korunulabilir ve nasıl en az zararla atlatılabilir” sorularına yanıt aramaktır.  Yani depremlere karşı asıl korunma ve risk azaltımı, deprem öncesi olası zararları azaltacak tedbirleri alma ve deprem afetine hazır olmadır. Bu bağlamda Dünya çapında afet zararlarının azaltılmasına yönelik çalışmalardan zaman içinde öğrenilen husus, çalışmalarda önceliğin afet sonrası ‘‘Kriz Yönetimi’’nden çok afet öncesi ‘‘Risk Yönetimi’’ne verilmesinin önemidir.

1999 depremlerinden sonra geçen 20 yıl içinde olası deprem zararlarını azaltma ve afetler hazır olma bağlamında Türkiye’de önemli gelişmeler sağlanmıştır. 2009 yılında çıkarılan 5902 sayılı yasa ile afetlerle ilgili olarak görev yapan İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Başbakanlık’a bağlı Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) adıyla birleştirilerek yetki ve sorumluluklar tek bir çatı altında toplanmıştır.  En önemlisi, yeni bir afet yönetim modeli uygulamaya konularak öncelik afet sonrası ‘‘Kriz Yönetimi’’nden afet öncesi ‘‘Risk Yönetimi’’ne verilmiştir. Ayrıca bina inşa yönetmeliklerinde iyileştirmeler yapılmıştır. 2011 Van depremi sonrası yapılan hızlı müdahale ve iyileştirme çalışmaları yönetimsel/kurumsal olarak sağlanan gelişmelerin önemli bir kanıtı olarak ele alınabilir.

Buna rağmen yapılan çalışmaların Türkiye’deki deprem tehlikesiyle orantılı olduğunu söylemek mümkün değildir. Risk yönetimindeki önemli gerçeklerden biri en iyi risk azaltım yönteminin “eğitim” olduğudur. 1999 depremleri sonrası kamuoyunda oluşan deprem tehlikesi farkındalığının,  20 yıl içinde seviye kaybettiği ve günümüzde neredeyse yıldönümlerinde yadedilen bir ritüele dönüştüğü de görülmektedir. Afet/Risk yönetiminde,“Afet Öncesi Eğitim” ve “Afet Farkındalığı Oluşturma” çalışmalarının önemi çok büyüktür. Yukarıda değinildiği gibi, deprem tehlikesinin mevcudiyetinin zihinlerde tazeliği korundukça, bu konularla ilgili çalışılmaların içerik ve kapsamlarının güncellenip geliştirilmelerinin gerekliliği de anlaşılacaktır.

Depremler sonrasında öğrenilen somut bir gerçek, can ve mal kayıplarının asıl sebebinin, depremler değil, deprem koşulları göz ardı edilerek inşa edilen yapılar olduğudur. Bunun için de yapılaşmanın uygun zeminlerde ve uygun tekniklerle olması gerekmektedir. Bu bağlamda mevcut yerleşimlerde kentsel dönüşüme ve yeni açılacak yerleşimlerde de afet temelli şehir planlamasına önem verilmesi hususunda mevzuatımızda da düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle yeni yerleşimlerde yatay mimaride ısrar ve uygun/sağlam zeminlerde imar planlamasına izin verilmesi deprem tehlike direnci açısından önem arz etmektedir.

Deprem tehlikesinin belirlenmesi, deprem afet farkındalığı oluşturulması ve deprem zararlarının azaltılması için uygun yerleşim ve inşa tekniklerinin belirlenmesi ve öğretilmesi konularında Sakarya Üniversitesi, bünyesinde yer alan Afet Yönetim Uygulama ve Araştırma Merkezi ile İnşaat Mühendisliği ve Jeofizik Mühendisliği Bölümleri faaliyetleriyle katkıda bulunmaya çalışmaktadır. Gerçekleştirilen seminer ve bilimsel konferans faaliyetleri ile deprem afet farkındalığı oluşturma faaliyetlerinin yanı sıra, bilimsel araştırmalarla deprem tehlikesinin ve uygun zemin ve yapım tekniklerinin belirlenmesi hususlarında çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların sonuçları bilimsel makaleler, bildiriler ve raporlar olarak bilimsel camiaya ve kamuoyuna duyurulmaya çalışılmaktadır.